Sen Yoktun

SEN YOKTUN

Çamurlu sokakların ıslaklığına, içimde depreşen duyguların kasvetine basa basa yürüyordum. Simitçilerin, kitapçıların, müzik marketlerde çalınan o en sevdiğimiz türkünün aynısını, bizi uçuran, içimizi göçüren o en acı, o en tatlı ahengine bir sigara yakıp, seni kalbimin derinliklerinde yaşayarak ve kalabalıkların ilgisizliğine karışıp yürüyüp gittim.

SEN YOKTUN

 

Yüksek binalar üstüme çöktü, gökyüzünün ağırlığı altında ezildim, arabalar üstümden geçti. Bir kör kurşun sinsice arkamdan vurdu. Sonra atıldım, satıldım. Uykularda bunları gördüm ben! Sıçrayarak uyandığım rüyalar gördüm.

SEN YOKTUN

 

Gündüzleri ayakkabı boyayan, mendil satan, tiner çeken çocukların, geceleri bankamatik kulübelerinde, kömürlüklerde, bodrum katlarında birbirlerine sarıldıkları gibi, sıcak bir evi tanrılaştırdıkları gibi… Bu soğuk duvarlar arasında işte bu köşede uyudum.

SEN YOKTUN

 

Belki diyecektin, belki de bunların hiçbirini söylemeyecektin. Belki de ben anlatmadan sen anlayacaktın. Evet, ben anlatmadan sen hep fazlasını bilecektin, anlayacaktın. Ben de bunun rahatlığını yaşayacaktım.

SEN YOKTUN

 

Bir kadehte sarhoş olacağımız bir gece olacaktı, bir fıçısında seni azar azar lütfettiğin bilgeliğinden yararlanacaktım. Sendelemeyen muhabbetimiz olacaktı. Sen konuşurken ben sarhoş olacaktım. Unutma ben seninle konuşurken kafam hiç ayık olmuyor zaten, konuş diyecektin, diyemedim.

SEN YOKTUN

 

Ve belki de umarsız sokağa bırakacaktık kendimizi, sen edebiyat kurallarını ateşe verecektin. Ben kalıplarla kurgulanan bu benliğimi… Sokağa öyle çıkacaktık. “Ne fark eder birlikteysek” diyecektik. İçimizde palazlanan özgürlük nehrinin seline bırakacak, boğulmamak için hiç bir çaba sarf etmeyecektik. Ölüm de ne ki canını yakar insanın, yakarsa yaksın biz zaten birlikte olmadık mı ölüydük diyecektik. Birlikte diyemedik.

SEN YOKTUN

 

Biz diyecektik. Biz ikimiz ne sen ne ben sadece ikimiz diyecektik. Şimdi yoksul bir yanım kanıyor, o bir yanım ki sevdalı, bir yanım üşüyor, bir yanımı bölmüşüm kanıyor, o yanım acıyor, acıtıyor o yanımı, boğazıma ham lokma gibi oturdu, ayrılık kusamıyor susuyordum, sana sesleniyordum, duyuramıyordum.

SEN YOKTUN

 

Ve ben de yudumladım gurbet şarabını. Uzak iklimlerin kimliğini, kavruk yüreklerin çığlığına ve gidenlerin küfürlerine savuşturuldum. Çoktandır beklerlerdi beni bu kapıda. Son çıkışımdı, son arzumdu diye dönüp geriye baktım. Rengini unutamadığım gözlerin neredeydi? Yoktu. Son bir kez sarılıp elveda diyecektim. Diyemedim. Yoktun, yoksun işte yok…

SEN YOKSUN

 

Nazlı Nur YILMAZ

Ankara, 1999

Bir Gün Gideceğim

BİR GÜN GİDECEĞİM

****

Bir gün veda edip gideceğim, her şeye

Arkama bakmayacağım

Sevdiklerimi, sevmediklerimi, aşklarımı

Beklediklerimi, acılarımı, ağlamalarımı,

Kabuslu rüyalarımı, güvensiz uykularımı…

Yaprak yaprak döküleceğim,

Yaşlanmış çınar ağacı gövdesi gibi

Dal dal soyulacağım

Neyim varsa arkada kalanlara kalsın,

Bir ben benimle gideceğim

Belki okyanuslara ulaşacağım

Ayaklarım sulara erişemeyecek,

Belki bulutlara çıkacağım

Ne acı kızgınlık, ne öfke, ne gözyaşı,

En çok da beklediklerim olmayacak…

SEBAHAT KARA

Dönüşüm

DÖNÜŞÜM


Memleketim

Köyüm

Baba ocağım

Kaçtığım çocukluğum

Yabancı kurduğum hayatlarım

Dökülüyor aynaların sırları

Kaçtığım memleketim

Çocukluğum

Reddettiğim köylü yanım

Şimdi sana dönüyor ruhum yüreğim

 

Ben güne bakan

Sen güneş

Kök salamadığım toprağım

Yeşeremediğim asfaltlardan 

Sana geliyor dallarım

Sende doğan hayallerim

Yine sana dönüyor hiç kullanılmamış hiç eskimemiş

Sende kök salmak isteyen ben

Onlarca hayal kırıklıklarım

Kurduğum sırça köşklerimle sana gelmek istiyorum



Tersine döner mi yaşadıklarım

Doğduğum ana kadar

Hesaplaşma günü

Affetme günü

Kabullenme günü

Memleketim

Köyüm

Baba ocağım

Var olduğum

Bir olduğum 

Tek olduğum

Önemli saydığım

Önemsendiğim toprağım

Kapatma yollarını, kapılarını

Bacalarından tüten dumanlarını

Reddettiğim her şey affet beni

Denize ulaşmak isteyen ben kara çocuğunu

Kerpiç damlardan, tezek kokularından çıkmış beni 

Gökdelenlere ulaşacağını sanan hayalci başrol oyuncusunu

SEBAHAT KARA

Sensizim

SENSİZİM

 

Gülmek ağlamaktan ağır

Kırgınlığım gözlerine

Benden başkasını görecek diye…

Sundun mu bedenini

Kumdan bir gecenin kahpeliğine

Bilmem..

Bilmem tuttun mu nefesini öperken

Çeyrek bir gülüşü dograyarak

Umutla bekleyen beni..

Unuttun mu?

Kundagında beklettim umutlarımı

Üşütmedim…

Sen çürütürken bulduklarını

Ben usanmadan

Seni bekledim

Hoyrat bir eli

Bir saçı

Bir eti severken

Sen

Günahı öperken gözlerinden

Bir soluk yutkundun mu?

Kastın olmadan

Ruhumun şizofren aklına

Bir delilikle beni unuttun mu?

Sinmişim duvarlarına

Çiçekler belemişim

Oysa…

Saçlarına parmaklarımla

Koşarcasına…

Gökten hayat toplarcasına

Yanmışım sana….

Unuttun mu?

 

BURCU KARAKUŞ

Gözleri Dünyadan Taşan Kız

GÖZLERİ DÜNYADAN TAŞAN ESMER KIZ

 

Pusuda bekliyor közdeki kül

Ateşimi bir taşın altına sakladım

Ve hep kıyısında  bekledim sokakların

Sonra sesimi verdim sana

Boşluğu zonkluyor hala…

 

Dün, tavan arasından indirdim

Çocuk(luk) gülüşlerimi

Aynada denedim yeniden

Toz yankılandı yırtılan sesimden.

 

Ellerin ömrümden süzülürken

Yakıyor yoldan yapılı hüznümü

Kırılan gözlerimi topluyorum

Karanfil kefenlerinden

Kalbimin köşelerini tekmeleye, tekmeleye kanadı hayat uçlarım

 

Sesimi verdim sana

Sen duymadın…

 

GÖZLERİ DÜNYADAN TAŞANIM…


ÖZGÜR KAPLAN

“Sizler Hiç Büyümeyin”

“SİZLER HİÇ BÜYÜMEYİN”

Süleyman ÖZEROL

Türkiye Sakatlar Derneği Malatya Şubesi aylık yayın organı Umudun Sesi’nin 1998 Ocak sayısında yayınlanan bir şiirde çocuklara, “Sizler hiç büyümeyin” diyerek öğüt veriliyor, büyükler adına da özeleştiri yapılıyordu. Dernek Başkanı Ali Haydar Koyun’a şiirin sahibini sorduğumda, “Engelli genç bir kız” olduğunu söyledi. Bir gün derneğe uğradığımda, “Hocam, Zekine sizinle tanışmak istiyor” dedi. Böylece Zekine Dündar ile tanıştık.
Şiir yazdığını, kitap okuduğunu söyleyen Zekine, zaman zaman telefon eder, konuşur; zaman zaman da dernekte karşılaşırdık. Şiirlerinden bazılarını kız kardeşi ile gönderiyor, Malatya Yorum’da yayınlıyordum. Kendisi ile görüşmesem de kız kardeşi sıkça geldiğinden haberini alıyordum. Birkaç kez evlerine konuk olmamı istedi. Bir gün tarif etti, gittim ve uzun uzun konuştuk. Şiirlerini yazdığı defterleri, şiirlerinin yayınlandığı dergileri gösterdi, katıldığı yarışmalardan, Açık Öğretim sınavlarından söz etti.
Şiirlerinin bastırıp, parasıyla tedavi olmayı düşündüğünü söylediğinde, bu kadar az şiirle oluşacak kitabın gelirinin yetersiz olacağını anlatmaya çalıştıysam da, denemek istediğini yineledi. Uzun uzun konuştuk, şiirlerini ulaştırdığında düzenlenmesi ve baskısı konusunda yardımcı olacağımı söyledim. Bir arkadaşı bilgisayarda yazıyormuş, “Hazır olunca gönderirim” dedi. Bir kez de Mustafa Yuka ile konuğu olduk. Yine uzun uzun konuştuk ve dönerken konuyu Mustafa’ya açtım, maddi yardımda bulunmasını istedim, o da kabul etti. Karataş Gayret Matbaasında Kenan ve Hasan Karataş ile de görüştüm, onlar da ellerinden gelen kolaylığı göstereceklerini söylediler. Bir süre sonra şiirleri elime geçti, tek tek inceledim, düzenledim, yeniden yazdım, daktilo ettim, bir daha yazdım. 2000 yılı yazında her şeyi ile hazırdı Zekine’nin şiirleri. Yorum Kültür-Sanat için tanıtım yazısı hazırladım. “Şiirler” adını verdiğim başlığını da, “Sizler Hiç Büyümeyin” olarak değiştirdim. Yorum Kültür-Sanat’ta yayınlanan bu yazımı sizlerle paylaşmak istiyorum.

“SİZLER HİÇ BÜYÜMEYİN”

Sakın ha çocuklar, hiç büyümeyin! Aman ha aman!

Sizler hiç büyümeyin
Hep çocuk kalın
Bizler büyüdük
Bomba olduk
Düştük bir yerlere
Hep bir yerleri yıktık

Siz hep çocuk kalın. Ben bir kuşun kanatlarında size mutluluk taşırım. Hem de bir yavru kuşun!..

Sana mutluluğu getirdim
Çok uzaklardan
Bir yavru kuşun kanatlarında
Sen de göresin diye

Büyüdük, büyüdük, büyüdük!.. Büyüdükçe sesimizi çoğalttık. Hatta on yedisinde darağaçlarına gittik.

Sesimiz sesleri çoğalttı
Çığlık oldu, doldu kulaklara
Neydi bizi on yedisinde
Darağacına gönderen?

Gerçekten neydi? Sorgulamasını size bırakıyorum…

İpleri alamıyorum oyunlara
O ince boynun gelir
Gözlerimin önüne

Her ne kadar mahpusluk “zor zanaat” olsa da;

Önce duvarlarla barış
Sonra kelepçelere gülümse

Şair Özdemir Asaf, “Ekmeğimi gözyaşıma bandım da yedim” diyordu tek dizelik şiirinde. Bir de benim yoksulluğuma göz atın…

Hani sofradaki ekmek
Her gün yediğin zeytin
Bugün saydım
Dünden az çıktı
Gözyaşım demleniyor çaydanlıkta

Zekine Dündar, yıllardır şiir yazıyor ve tekerlekli sandalyeye mahkûm. Şiirlerinin bir kısmı bazı gazete ve dergilerde yayınlanmış. Bazı şiirleriyle ödül de almış. Şiirlerinin kırk kadarını bir araya getirdik ve kitap olmayı bekliyor. Bir yıla yakın bir süredir elimde bulunan şiirlerini bastırmasında kişisel olarak her türlü yardımı yapmaya söz verdim kendisine. Umudum, kendisinin de kararlı olması ve yardımsever dostlarımızın katkıda bulunması… (1)

Zekine Dündar’ın şiirlerini 1999 yılında düzenledim, 2001 yılında düzenlemeye Ankara’da son biçimini verdim. 2000 yılı yazında da yukarıdaki yazıyı hazırladım.
Gaziantep’te yayınlanan ve Malatya’dan da çokça haberin yer aldığı haftalık Fırat’ta Yaşam gazetesinin 13–20 Aralık 1999 tarih ve 44. sayısının son sayfasında, Cüneyt Tişkaya, Zekine Dündar ile görüşmesini, “Bir Düşbazın Şiirselliği: Zekine Dündar” başlığı altında tam sayfa yayınlamıştı. Bu söyleşi yazısından şiirlerinin kitap olarak basılacağını öğrendim, ne kadar sevindim bilemezsiniz. Şiirlerinin bulunduğu tüm defter ve dosyaları Ali Yeşilyurt’a verdiğini, onun da kitap bastıracağım diye İzmir’e götürdüğünü öğrendikten sonra ise Zekine’yi bir daha aramadım. Gerçi kendisi de aramadı ya!
Fırat’ta Yaşam gazetesindeki söyleşide Zekine şunları dile getiriyor:

“İnsanın yürümesi, koşması bir şeyi değiştirmez. Hayatta insana haz verecek, yaşama renk katacak bir şeyler yapmak lazım.”

Elbette ki yaşam çeşitlilik ve hareketlilik üzerine kurulmuştu ve Zekine -her ne kadar tekerlekli sandalyeye mahkûm olsa da- bunun farkındaydı. Onun şiirle ilgili görüşlerini, “mutluluk” kavramı ile özdeşleştirdiğini ve şiirin bir “miras” olduğunu belirttiğini görüyoruz. Bunları birlikte okuyalım:

MUTLULUK

Şiir birkaç kafiyenin art arda sıralanması değildir. Şiir, bir yaşamdır, bir yapıdır. En büyük aşklar onda yaşanır. Mimarisi de çok önemlidir. Çünkü bir duyguyu, bir düşünceyi simgelemektedir.

Belki mutluluğu bir şiirin sıcaklığında yaşarız. Şiiri hep bir miras olarak kabul ederiz. Bize bu mirası bırakanlar o kadar çok ki… Bizler devraldığımız bu mirası acaba bizden sonrakilere devredebilecek miyiz?

Bir kuş olur
Uçar mutluluk
Ama hiçbir dala
Konamaz

Mavi bir bulut olur
Gezer dağ başlarında
Ama yağmur ona
Kavuşamaz

Çiçek olur açar kırlarda
Renk renk kokar
Ama bahar onu
Hiç yakalayamaz (2)

Zekine Dündar’ın şiirlerinden seçerek düzenlediğim, “Sizler Hiç Büyümeyin” adlı şiir kitabı için yazıldı.

(1) S. ÖZEROL: “Sizler Hiç Büyümeyin”, Yorum Kültür-Sanat, Sayı: 3, Ocak 2001, s. 7
(2) Malatya Yorum Gazetesi, 15 Aralık 1998

Kimse Bana Derdini Teslim Etmedi Senin Kadar

KİMSE BANA DERDİNİ TESLİM ETMEDİ SENİN KADAR

YAZIN DÜNYAMA YOLCULUK

* * * 

“Ah”ını dinledim, bir tel koptu içimden. Bir ahın bin ahım, bir acın bin acımdır. Ahlarına, acılarına dayanamam. Sımsıcak hücrelerim üşür kaskatı görünen yüzümün altında. Afganistan’da, Irak’ta kan toprağı kiremit rengine dönüştürürken dişlerimi gıcırdatırım çaresizliğimden. Vietnam’dan beri, Filistin’den öte yana, Anadolu’nun ortasında bir sancı tutar yüreğimi. Bunca karmaşalı dünyada seni sarmak ister yüreğim dertlerinle, saramam…

* * * 

Düşlerimde Konstantiniye üstüme yıkılır. Altında kalır kâğıtlarım, kalemlerim, kitaplarım ve seni sarmak isteyen yüreğim. Emperyalizmin kanat sesleri duyulurken üzerimde, Arguvan türküleri söylenen yerlerde seni ararım yaralı yaralı. İncecik parmaklarının tezene atışını, iç çeker gibi türkü söyleyişini görmek isterim, varamam…

* * * 

Seni bir kez daha yaralayan içindeki çağlayanlar, fırtınalar beni de yaralar. Arguvan’dan Hekimhan’a geçersin. İçindeki ürperti yaralarına karışır, içimdeki acı kangren olur. Kanattıkça kanatır, acıttıkça acıtır. Çıngılar çıkar gözlerimden, duramam…

* * * 

Her gecenin sabahına yakın ayılırım düşümden. Dönerim Malatya’ya, dönerim Ankara’ya, dönerim Aksaray’a. Bir yel eser kuşluk vakti, acılarını fısıldar kulağıma; “Derdi güzel ağlama.” Derdin de güzeli mi olurmuş gülüm? Gözlerime diken batar, uyuyamam…

* * * 

İstanbul seni harcar gülüm, İstanbul seni harcar! Sen, sen ol da kartallığa özenme. Gündüzlerimin gecelerimin yoldaşı, yok olmalarına dayanamam. Sonra kim arar beni tana yakın saatlerde? Kimse bana derdini teslim etmedi senin kadar. Kimlerle dertleşirim ben? Kaybedersem seni elin elime değmeden, ne anlamı kalır yaşamanın. Yaşayamam gülüm, yaşayamam…

 

SÜLEYMAN ÖZEROL

19 Ekim 2008/02.30- AKSARAY

Şiiri Okuyan: Adil AKTAŞ (Kısayolu seçip tıklayın, video açılır) http://www.youtube.com/watch?v=TQNtSNIkIew&feature=relmfu

Bahar Şiirlerim Üzerine Erol Kurhan İle Söyleşi

BAHAR ŞİİRLERİM ÜZERİNE EROL KURHAN İLE SÖYLEŞİ

Süleyman ÖZEROL
*
“Hep Baharı Beklemeliyim” şiirim için Erol Kurhan, “Müsaade var mı cuma günü yayınlamaya” dedi sanal söyleşimizde (“Malatya Hakimiyet” gazetesinden söz ediyor).
“Neden olmasın ki?” dedim. Erol Bey memnun olduğunu belirtince ben de bir açıklama yapma gereği duydum.
Aslında o bir üçlüdür;
*
“Özlemim Bahara Kalsın”
*
Sesine dokunamasam da
Nefesini göremesem de
Özlemim bahara kalsın
*
Yanıt yazarsan
Özlemim bahara kalsa da
Ağlamayacağım
*
Özlemim hep var olsun
Arada bir sesini duyayım
“Merhaba”, “Nasılsınız” derken
Birazcık mutlu olayım
*
21 Kasım 2005 Ballıkaya
*
2008 Şubatı ;“Hep Baharı Beklemeliyim”…
*
Hep baharı beklemeliyim doğanın canlanması için
Otlar, çiçekler, karıncalar, börtü böcek görünmeli
Dallarına özsuyu yürümeli yüzyıllık ağaçların
Doğa her yönüyle güzelim insanlara gülmeli
*
Hep baharı beklemeliyim mektup gelmesi için
Yoksa ne tatlı bir sözcük, ne yakınma tümceleri
Ne de bir dost selamı alamayacağım kimseden
Ve de saatlerce uyuyamayacağım geceleri
*
Hep seni beklemeliyim Malatya baharlarında
Kayısılar çağlaya durduğunda orada olmalıyım
Gidermeliyiz altı aylık ayrılığın yakınsızlığını
O dostluk söyleşilerinde uzağında kalmalıyım
*
Hiç bakmamalıyım konuşurken hep gülen yüzüne
Yıllar öncesini düşünsem de umutlanmamalıyım
Ayrılığın sonbaharının bir de geri dönüşü var
Güz yangınlarında o kentten ayrılmalıyım
*
Geriye dönüp bakıyorum bazen boynumu bükerek
‘Yıllar geçmiş’ diyorum elli beşin içindeyken
Oysa sen yaşamın ilkbaharındasın hala
Yılların peşinde koşmamalısın onlar giderken
*
Ve… “Özlemim Bahara Kaldı”
*
Sonbahardan kışa düştüm
Özlemim bahara kaldı
Bahar geldi güle düştüm
Özlemim bahara kaldı
*
Sanki rüzgâr idi esti
Selamı sabahı kesti
Sesi içimdeki sesti
Özlemim bahara kaldı
*
Konuk olur her geceme
Uykum batar düşünceme
Harfler girmiyor heceme
Özlemim bahara kaldı
*
Güzel dostum bana küstü
Saçlarıma aklar düştü
Yarama kurtlar üşüştü
Özlemim bahara kaldı
*
Özerol’um talan oldum
Kendi içim yakan oldum
Uzaklardan bakan oldum
Özlemim bahara kaldı
*
13 Temmuz 2008 Malatya
“Bu, bu günleri güzel anlatmış” dedi Erol Bey “Hep Baharı Beklemeliyim” için.
Ben de bu üçlünün kısa oluşumunu anlattım.
“Özlemim bahara kalsın” dedim, öyle oldu. Özlemim baharda yine kalınca “bahara kaldı” dedim. Sonra da, “Hep baharı beklemeliyim” dedim.
“Maşallah baharı çok sevmişsin” deyince de, “O bahar başka bir bahardı. Ardından ‘yaz’ geldi. Yaz, ‘yalancı yaz’…
“Hep başka güzel” açıklamasını yaptı.
“Aslında bir roman denemesi var, zaman ayıramıyorum; ‘Özlemim Bahara Kaldı’. ‘Yalancı Yaz’ ise uzun öykü olabilir.”
“Ankara’ya gittin, iş buldun ekstra…”
“Bunlar Malatya ile ilgili daha çok”
“Allah vergisi…”
“Benim işim her zaman ‘eksta’… Allah vergisi olmasa da hiç bir şey olmaz. Sonra, gönüllülük de var.”
“Yani…”
“Oraya gelince uzun uzun söyleşiriz inşallah. Köyden gelebilirsem elbette ki”
“Elbet beklerim.”
“Meşgul etmeyeyim”
“Ricam olur.”
“Selamlar… Nurettin Akyurt’un cenazesi var öğlen namazından sonra. Biraz sonra çıkayım. Kocatepe’den kaldırılıyor.”
“Allah rahmet etsin”
“Âmin… Kolay gelsin.”
“Size de…”
*
“Sesine dokunamasam da
Nefesini göremesem de
Özlemim bahara kalsın”
*
“Hoşça kal… Görüşürüz.”
“Görüşmek üzere…”
***
 (22 Mart 2011, Salı, 11.00 Yazıldı, 24 Mart 2011 Perşembe yayınlandı)
Umut Yurdusar Söylüyor: ÖZLEMİM BAHARA KALDI

ANKARA’DA BULUNAN MALATYALI SANATÇILAR

Süleyman ÖZEROL

Ankara’daki Malatyalı sanatçıları belirleme ve yaşamöykülerini derleme çalışmalarım sürüyor. Buna bağlı olarak Malatyalı olup kültür-sanat alanında Ankara’da etkinlik gösterenlerden belirleyebildiklerimiz şimdilik bu çizelgede yer aldı. Ulaşamadıklarımızı da zaman içinde derleyerek haklarında bilgi sahibi olup tanıtmaya çalışacağız.

Değerli okurlarımızın sanatın her dalındaki Ankara’daki Malatyalıları bildirirlerse onlara ulaşarak yaşam öykülerini (biyografi) derler-düzenler ve tanıtırız, yanlışlıklar varsa düzeltiriz.
Saygılarımla…
ADI-SOYADI SANATI TEL-İLETİ
Abdulkadir PAKSOY Şair  
Ahmet DİNÇER Gazeteci  
Ahmet DUMLUPINAR Türk Halk Müziği  
Ali ALPAY Bağlama Yapımcısı  
Ali ELÇİ Bağlama Yapımcısı  
Ali KILIÇ Şair  
Belgin Onar DURMAZ Ressam  
Cemal KAYA                      Kültür Bakanlığı THM Sanatçı  
Cezmi ORHAN Ressam, Kum Sanat  
Cumali ÜNALDI Şair  
Erhan YILMAZ Şair-THM   
Ertuğrul Oğuz FIRAT Ressam-Müzisyen  
Feyzi ŞAHİN Şair, Ozanlar Derneği  
Gökhan EVLİYAOĞLU Şair-Ressam Aramızdan ayrıldı 
Gülnaz VAROL Ressam  
H. Nedim ŞAHHÜSEYİNOĞLU Araştırmacı-Yazar  
Hasan Basri KILIÇ Şair-THM, Dr. Genel Cerrahi  
Hasan Hüseyin ÇIPLAK Türk Halk Müziği  
İbrahim DEMİREL Fotoğraf Sanatçısı  
İbrahim EMİCİ Şair-THM, Ozanlar Derneği  
İlkan SAN Şair Aramızdan Ayrıldı
İnsaf KILIÇ Tiyatrocu  
İsmail NACAR Yazar  
   
Kemal KESKİN THM-Yerel Sanatçı  
Kenan BUDAK Şair-Türk Halk Müziği  
Mehmet Ali ALPAY Halk Ozanı-Bağlama Yapımcısı  
Mehmet KIYAT Şair-Sanat Galerisi İşletmecisi  
Muharrem ELVERİR Saz-Ses Sanatçısı  
Murtaza ŞİRİN Şair-Türk Halk Müziği  
Mustafa Afşin KARAKAYIŞ Müzik Bölümünü bitirmiş  
Mustafa KILIÇ Bağlama Yapımcısı  
Nazmi ÖZALP Besteci Aramızdan Ayrıldı
Necmettin YILDIRIM TRT Sanat Müziği Sanatçısı  
Osman ÇELİK Fotoğrafçı  
Ömer ERDOĞAN Şair-Avukat  
Sadık KINIKOĞLU Ressam  
Sadık YILMAZ Şair-Türk Halk Müziği Aramızdan Ayrıldı
Sadık YILMAZ Yazar  
Sebahat Temelli KARA Şair  
Selami YÜCEL Araştırmacı-Avukat  
Selver KAYA Türk Halk Müziği  
Semra İPLİKÇİ Şair  
Sibel ALTINMEŞE THM Sanatçısı  
Süleyman ÖZEROL Araştırmacı-Gazeteci  
Ünal DOĞAN Bağlama Yapımcısı  
Ünsal DOĞAN K.T.B. Bağlama Sanatçısı  
Yılmaz ŞİRİN Saz-Ses Sanatçısı  
Zeki YILDIRIM Şair-THM, Ozanlar Derneği  
Zülfikar SEZEN Şair-Gazeteci  
    
xxx

Acaba Kim Bu “Bahtı Kara”?

ACABA KİM BU “BAHTI KARA” ?

Süleyman ÖZEROL

16 Mart 2010, Ankara… Hekimhanlılar Derneğinde İsmail Adıgüzel bir kitap getirdi. Bahtı Karam… Hüseyin Kara aradı ve bir süre sonra da geldi. Birlikte TUBİKAM’a gittik. Veli Saltık ve birileri daha vardı. Hamza Hoca’nın, “DTCF’de Şah Hatayi’yi kaç kişi tanır ki?” dediği konu geçti. Hekimhanlılar Derneğine geri döndüm, eve gelince de Celal Adıgüzel’in kitabı hakkında bir yazı hazırladım.

Bahtı kara, talihsiz, kötü talihli…

“Acaba kim bu bahtı kara?” düşüncesiyle kitaba göz attığımda arka kapakta kitaba ad olan şiiri okudum. Hemşerimiz şair Celal Adıgüzel, daha çok bireyler için kullanılan bu kavramı ilçemiz Hekimhan için kullanmış. “Bahtı Karam” kitabının da ilk şiiri…

Felek bile küsmüş sana
Bahtı kara Hekimhan’ım
Geriye gittin her sene
Bahtı kara Hekimhan’ım

Şiirde Hekimhan’ın gerilemesinden, işsizliğinin arttığından, nüfusunun azaldığından ve küçüldüğünden söz ediliyordu.
Hekimhan’ın Karadere mahallesinden olan Celal Adıgüzel’in 230 kadar şiirini Bahaddin Adıgüzel yayına hazırlamış ve düzenlemiş, kapağı Ayhan Adıgüzel hazırlamış, Mart 2010’da Ankara’da Pegem Yayıncılık tarafından yayınlanmış (X+232=242 sayfa).

Celal Adıgüzel

Önce şairimizi kendi kaleminden tanıyalım.
1933 yılında Malatya Hekimhan ilçesine bağlı Karadere mahallesinde doğmuþum. Akçadağ Köy Enstitüsünün dördüncü sınıfından ayrılıp, Ankara Polis Okuluna girdim. Memleketimin çeşitli illerinde görev yaptım. Şu an İzmir’de yaşamaktayım.
Şiirlerim çeşitli yerel gazete ve dergilerde yayımlandı. Küçük yaşlarda başlayan bağlama tutkusu ile birçok şiirimi besteledim. Çeşitli şiir yarışmalarına katıldım.
Kitabımın yayımlanmasında emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler.
Kitabın girişinde Celal Adıgüzel için Türkay Devran tarafından yazılmış “Celal’e Mektup” şiiri var.

Şiirlerinden Dörtlükler

Şiirlerinin büyük bölümü Hekimhan üzerine… Ayrıca yöre ve yöredeki kişilerle ilgili olanlar, yergi ve öğüt özelliği taşıyanlar da var. 17 Ağustos 2010 günü İzmir’de aramızdan ayrılan Celal Adıgüzel’in şiirlerinden bazı dörtlükleri paylaşmak istiyorum.

Kişi kendine sahip değilse
Akıl danışacak kul neye yarar
Anasıyla kızı inmiş pazara
Güneşe benzeyen dul neye yarar

***
Din iman konmuş takaya
Bu işler gelmez şakaya
Hortumlamak imiş gaye
Gemi yürüyecek sanma

***
Buğday yok selam darıya
Kazancım indi yarıya
Sırtını dönem karıya
Memleketten hayır gelmez

***
Vezir azam kör göz ile bakarsa
Kimi sağa kimi sola çekerse
İrticayı ta orduya sokarsa
Vatan körüne batar mı batar

***
Ula gardaş ben doğuda Memoyum
Pop müziğ anlamazo bilmezo
Ezo Gelin türküsünden ne haber
Batı müziğini hiç tanımazo

***
Yalan sözler üretiyor
Pişmiş aşa su katıyor
Miras benim, o satıyor
Zaman böyle döller bozuk

***
Sanma garip Celal sözünden caya
Tükenmez dertlerin hangisin saya
Derdimi döksem de Nuri Hoca’ya
Sen bir sefer öldün ben ise her gün

***
Geldiğime bin pişmanım dünyaya
Neyini beğenip neyini sevem
Arzu ve emelim gözümde kaldı
Neyini beğenip neyini sevem

***
Boynumuzda yağlı urgan
Diken oldu yatak yorgan
Kara çarþaf ile türban
Yetiş ey Mustafa Kemal

Zerre kalmadı durumdan
Samsun Sivas Erzurum’dan
Çık da gel Anıtkabir’den
Yetiş ey Mustafa Kemal

***
Boşa mıydı yurda çekilen emek
Hırsız çalar aşımızı yiyemek
Galiba ki demokrasi bu demek
Af emrini avrat verdi nerdesin

***
Vatan gayrı kurtarıcı arıyor
Ağır ağır bir irtica yürüyor
Asker bunu dört taraflı biliyor
Celal belasını buldu neyleyim