YAZIN DÜNYAMA YOLCULUK (1966-2002)
Süleyman ÖZEROL/Araştırmacı-Gazeteci
1965’te ilkokulda okurken şiirle başlayan yazın dünyama 2000 yılına kadar bir yolculuk yapmak istiyorum.
İlkokul yıllarımda başlayan şiir tutkum öğretmen okulu yıllarımda da sürdü. Babası köyümüzde jandarma komutanı olan ve birlikte Akçadağ İlköğretmen Okulunu kazandığımız Hamza Sezer ve bizden bir yıl sonra okula gelen teyzemin oğlu Rıza Çelik ile birlikte kendi kendimize “dergi”ler çıkarırdık. Bu dergiler, ödev kağıdının diklemesine ikiye bölünmesiyle 12 ya da 16 sayfadan oluşurdu. Dergilerimize “Köylü”, “Ülkümüz”, “Karanlık Geceler”, “Dirlik”, “Birlik” gibi adlar vermiştik. Her derginin başında derginin adıyla bir şiirim yer alırdı. Bulmacalar, şair-yazarların yaşamı, Hacivat-karagöz benzeri “Süleyman ile Hamza” ve daha birçok bölüm vardı dergilerimizde. Bu dergilerde yer alan yazılardan yalnızca şiirlerden birkaçı kalmış elimde…
Köylü
Bu yurdun efendisi
Köylüdür ta kendisi
Çalışkandır hepisi
Türk yurdunun köylüsü
Geç vakitlerde yatar
Erken zamanda kalkar
Mal ve davarına bakar
Türk yurdunun köylüsü
Durmadan gündüz gece
Çalışırlar her demde
Şehirlere hammadde
Yapar Türkün köylüsü
Salma ve vergisini
Beraberce işini
Askerlik ödevini
Yapar Türkün köylüsü
1968-Akçadağ
Ülkümüz
Ülkümüz çalışıp ilerlemek
Bütün zorlukları yenmek
Haksızlıklara karşı gelmek
Okuyup öğrenmektir
Atamız çok güzel demiş
“Ülkümüz yükselmek ileri gitmektir”
Bizim görevimiz bunu
Takip etmektir
1968-Akçadağ
Karanlık Geceler
Durmadan gidiyorum
Şu karanlık gecede
Kendi kendime sorduğum
Hayali bir bilmecede
Açlıkta sefalette
Cehennemde cennette
Ben hiç duramıyorum
Şu karanlık gecede
Bu karanlık gecenin
Sonu bir aydınlıktır
Milletin gideceği
Çok güzel bir ışıktır
1968-Akçadağ
1972 yılında Urfa’da öğretmenliğe başladığım yıllarda, Akçadağ İlköğretmen Okulunda kendi yaptığım deftere yazdığım şiirlerden bazıları yerel gazetelerde yayınlandı.
Yalnızlığın Pençesi
Yalnızlığın pençesinde
Yaşamdan o derece bıkmış
Şehrin köhne caddelerinde
Işıklara bakmaktayım
Bilmem mutluluğum hangi ışıkta
Yalnızlığın soğuk pençesi
Ha bire duruyor ensemde
17 Aralık 1972-Urfa
Ne Olur
Gözlerime bakma ne olur
Bana anımsatma yitmişliğimi
Yalnızım koca şehirde
Bırak, yalnız kalayım
Bana anımsatma kimsesizliğimi
1972-Urfa
1973 yılında bir öğrencimle gönderdiğim şiirlerimden bazılarını matbaacı-gazeteci “Tanrı-Kul” ikilemli olduğu gerekçesiyle yayınlamayı uygun bulmamıştı.
Kulluk
Kul kulluğunu edenden sonra
Kul kula daha neden karışsın
Kul kalpten bağlı ise Tanrıya
Kul kula daha neden karışsın
12 Ekim 1972-Urfa
Laikliği bundan daha güzel nasıl tanımlayabilirdim?
İşe Bak!
Milyarderin oğlu
Fukara babası olmak istemiş
Ama sonunda
Fukaralardan
Ekmek parası dilenmiş
12 Ekim 1972-Urfa
Bu iki şiiri Malatya tren istasyonunda gece yazmıştım.
“Şu Dünya”, 1973’te Genç Şairler Antolojisinde yayınlanmıştı.
Şu Dünya
Kapatıyorum gözlerimi
Tüm DÜNYA
Göz kapaklarımın arkasında
Vay be!
Ne kadar küçükmüş
Şu DÜNYA!
16 Kasım 1971-Malatya
Yerim
Açıyorum parmaklarımı,
Karış yapıyorum.
Tüm uzaklık,
Tüm sonsuzluk,
Bu karışın içinde.
Ben ise;
Yaklaşıldıkça uzaklaşan
Sonsuzluğun içindeyim.
16 Kasım 1971-Malatya
Yetmişli yıllar için, şiir yazma yönünden durağan yıllar diyebilirim. Yine de bazı şiirlerimi bir yerlere gönderdim. “Anadolu’dan” adlı dergiden İbram Erdem, “Ahmet Arif, Dinamo, Nazım gibi şiir yazmak” gerektiğini belirtiyordu mektubunda. Elbette ki onlar gibi şiir yazmak bana göre değildi. Ama, benim de kendime göre bir çabam vardı! “Sıkamam Ellerini” şiirimin “gelecek vaat ettiğini” de eklemişti…
Sıkamam Ellerini
Uzatma
Uzatma
İstemiyorum ellerini
Özgürlüğe
Barışa
Kurşun sıkan elleri
Sıkamam
Sıkamam
İyi bil beni
Uzatma
Uzatma
İstemiyorum ellerini
O kanlı ellerinle
Unutamam ettiklerini
Nasıl kurşunladın bilmem
Kardeşlerini
1975-Urfa
Urfa Et-Balık Kurumunda çalışan Denizlili arkadaşım Orhan Erol Ankara-Polatlı’da askerlik yapıyordu. Ona mektupla bir şiir yazmıştım.
Başkentte Yaşıyorsunuz
Başkentte yaşıyorsunuz
Pahası yandırıyor
Havası donduruyor
Ciğerlerinizi
Kömür tozları dolduruyor
Meclis de orada arkadaş
Her gün palavralar atılıyor
O kadar palavraya
Nasıl dayanıyorsunuz
Diyelim ki
Başkentte yaşıyorsunuz
Öylesi yaşama
Nasıl dayanıyorsunuz
1975-Urfa
“Selam” şiirimde ülkemizin doğal ve tarihsel güzelliklerine, insanlarına ve değerlerine sesleniyordum.
Selam
Selam size ülkemin
Dağları ovaları gölleri
Bağları bahçeleri
Türlü türlü nimetleri
Tarlada altın başak
Değirmende un
Soframızda
Ekmek olan ekinleri
Gelinleri kızları nineleri
Anaları babaları dedeleri
El eline verilmiş
Bor mineralleri
Selam size ülkemin
Anlatamadığım dertleri
Anlatanların yattıkları
Zindan köşeleri
1977-Malatya
İnsanı, yaşadığı ülkesi her şeyi ile ilgilendiriyor. Ancak, benim anlatım biçimim ne derece etkili, ne derece estetik o ayrı bir konu!
Okumadım mı? Okumaz olur muyum? Edindiğim ve okuduğum kitapların sayısı giderek artıyordu ve yazıyordum da… Ancak, okul yöneticisi olmamın verdiği uğraşı yoğunluğu ve özel yaşam sorunlarım belki de engeldi bu konuda. Üstelik ülkemizde büyük bir karmaşa yaşanıyordu ve bu karmaşada bir yurttaş olarak, bir öğretmen olarak beni de etkiliyor ve ilgilendiriyordu.
Derken 12 Eylül geldi! Kısa bir süre de olsa Siverek’te görev yapmak zorunda bırakıldım. Burada yeniden resim yapmaya, yeniden şiir yazmaya başladım. Aşağıdaki şiirim ”Antoloji” şiir dergisinde yayınlandı.
Bir Gün Uyandığında
Bir gün uyandığında
Bakarsın kuzeyden doğmuş güneş
Ağaçlarda görürsün balıkları
Karpuzlar da top oynarlar
Arılar petek yapar sulara
Tatlanır sular, doyum olmaz
Zırhlanarak suya dalan kelebek
Arıların iğneleri içinde kalır
Durur evren, durur dünya
Gökyüzü yassılaşır, söner ay
Bakarsın yıldızlara doğru
Yüklü bir karınca yol alır
Köpekler akraba olur tavşanlarla
Bakarsın yol olmuş devenin kamburu
Tüm insanlar, halka olmuşlar bir yerde
Savaş ve kin uzaklaşır, uzaklaşır, uzaklaşır…
3 Eylül 1981-Siverek
Bu şiiri, 1972 yılında Urfa’ya ilk gittiğim sıralar yazmıştım. Yetiştirme Yurdunda birlikte çalıştığımız M. Emin Kara, buradaki “kuzey”in başkalarına başka anlamlar çağrıştıracağını, şiirin diyeceğini açık olarak belirtmesi gerektiğini öne sürmüştü. Siverek’te dergiye gönderirken az da olsa düzenleme yapmıştım.
Yine Siverek’te yazdığım “Acının Destanı”ndan da söz etmeliyim…
Acının Destanı
Ölenler yazamadılar
Yaşayanlar yazmalı
Acı denen olgunun
Destanı yazılmalı
Acıyla başlar yaşam
Sürer acılarla
Yoğrulur insan eti
Daima acılarla
Acıyla başlamalı şiir
Sözcükler acıyla sıralanmalı
Erdemsiz olanlara
Gerçek acı tattırılmalı
Ölenler yazamadılar
Yaşayanlar yazmalı
Acı denen olgunun
Destanı yazılmalı
10.06. 1981- Siverek
Yine burada haksızlık, vefasızlık ve ihanet üzerine şu şiiri yazmıştım.
Ölesim Gelir
Karşımda kalleş insanı
Gördükçe ölesim gelir
İnsan yakar mı insanı
Durdukça yanasım gelir
İyilik etme kimseye
Sonu dayanır fitneye
Herkesi insandır diye
Bilene gülesim gelir
Çıkara dayalı dünya
Her sureti insan san(y)ma
Kimisi benzer hayvana
Palanı(n) vurasım gelir
EROL kızma insanlara
Yaşam bir zindan kapkara
Bir günlük dost olanlara
Kandıkça ölesim gelir
1981-Siverek
Dokuz yıl olmuştu Urfa’ya geleli. Nedense gurbetlik olgusu beni pek etkilememişti. Oysa Siverek’te “Arguvan Havaları” aklıma gelmişti:
Bizim Havalar: Arguvan Havaları
Bizim türkülerimize
Arguvan Havası derler
Bu türküleri bilenler
İçten söylerler
Gurbet vardır
Özlem, sevda vardır
İlenç, üzünç vardır
Bizim havalarda
Ekin tarlasında
Damlarda, yaylalarda
Bir isyandır yükselir
Bağlamanın tellerinden
Ya da bir dostlar sofrasında
Oysa isyan
Sözcüklerde saklıdır
Yaşamdır isyan edilen
Sızıltıyla inleyen
Bağlamanın telleridir
Bizim türkülerimize
Arguvan Havası derler
Bu türküleri bilenler
İçten söylerler
11 Haziran 1981-Siverek
Aradan yıllar geçtikten sonra Arguvan havalarını derlemeye ve araştırmaya başlamamda Siverek’teki tutkumun etkisi oldu diyebilirim. Hani derler ya; “Gurbetçinin derdi artar eksilmez”
Artar Eksilme
Uzar gider yolar gurbete doğru
Gurbetçinin derdi artar eksilmez
Gurbette bell’olur eğriyle doğru
Gurbetçinin derdi artar eksilmez
Gönlü sıladadır iştedir eli
Kimi günler susar tutulur dili
Acı haber gelse kırılır beli
Gurbetçinin gamı artar eksilmez
Bir gurbet havası çeker inceden
Ah çektikçe derdi artar niceden
Uyku tutmaz kalkar işe geceden
Gurbetçinin ahı artar eksilmez
ÖZEROL der gurbet acı çekilmez
Kayaya taşlara tohum ekilmez
Gurbet uçurumdur dibi görünmez
Gurbetçinin vahı artar eksilmez
1988-Malatya
Ta altmışlı yılların başında tanışıklığım var türkülerle ve bağlamayla. Meme Dayının Yusuf’un evinde bulunan “kara düzen” sazı kibritle çalardım tezene bulamadığımızdan. “Tın, tın tın” derken sazı da öğrendim. Çocukluğumda bulunduğum köy ortamında da saz bize hep yakındı. Bizim köyde hemen her evde saz çalan bulunur. Hatta bazı evlerde aile boyu saz çalıp çağıranlar vardır. Âşık Yusuf (Başaran) ve ailesi gibi… Cemlerdeki hava da etkiledi beni. Özellikle deyiş-duvaz imamlar, semah havaları… Ballıkaya bu yönüyle ülkemizde belirli bir merkez zaten. Ayrıca dedelik kurumunun oluşu da başlı başına bir etken!
Öğretmen okulu yıllarımda da arkadaşların sazlarıyla ilgilenerek geliştirmeye çalıştım. Zaman zaman Hamza Sezer ile Malatya’da İstanbul Pasajında saz evi buluna Cafer Bakır’ın (Cafer Dede) oraya giderdik. Oraya Ali Seydi Adıgüzel de gelirdi. Hatta, Cafer Dedeye mandoline saz kolu taktırarak yeni bir saz yaptırmıştı! 1973’te Urfa’da, saz yapımcılığını bırakan Tertipli Mustafa’nın (Aziz Çekirge’nin ustasıydı) kendi sazını satın aldım. Kendime göre yıllardır çalıp çağırdım yöremiz türkülerini…
1981 Eylülü sonunda Malatya’ya geldim. Bir süre sonra kendimi biraz olsun boşlukta gibi hissettim. Artık yazışmaları takip etmek, okulun gereksinimlerinin peşinde koşmak, köylülere iş istemek için belediyeye, sağlık müdürlüğüne baskın yapmak ve daha bir çok yaşamsal eylem sona ermişti. Artık o zamanki gibi konuğum da gelmiyordu. 1983-1984 kış döneminde kendi köyüm olan Ballıkaya’yı incelemeye, bir yandan da iz bırakan anılarımı yazmaya başladım. Bu sıralar yazmaya başladığım “Yenilenen Köy Ballıkaya” ve “Anıya Benzer” anı-deneme notlarımın birinci bölümü tamamlandı sayılır. 1985 yılında çocuklara yönelik olarak hazırladığım “Bir Gün Uyandığında” adlı şiir dosyamı Milli Eğitim Bakanlığına sundum, yayınlanması uygun bulunmadı.
“Yenilenen Köy Ballıkaya” ve “Yenilenen Köy Ballıkaya ve Ballıkaya’dan Derlemeler Üzerine” 1988 ve 1989 yıllarında GÖRÜŞ Gazetesinde 56 gün tam sütun olarak yayınlandı. Âşık EKBER (Ali Ekber GÜLBAŞ), o yıllarda GAYRET Gazetesindeki köşesinde halk şiiri tarzındaki şiirleri yayınlıyordu. Benim de birkaç şiirimi yayınlamıştı.
Ey Dost
Ey dost bu dünyayı sen mi yarattın
Gamı gasaveti hiç bilmiyorsun
Tufanda yerinden sen mi oynattın
Âmânı korkuyu hiç bilmiyorsun
Ey dost bu dünyanın hepsi senin mi
Viraneler çile hepsi benim mi
Eğlenceler neşe hepsi senin mi
Merhameti affı hiç bilmiyorsun
Ey dost tüm nimetler yalnız sana mı
Senin eziyetin yalnız bana mı
Tüm cefa sefalet yalnız bana mı
Şu garip gönlümü hiç bilmiyorsun
Ey dost artık ömür bitmiş gün dolmuş
Cennet bizim için cehennem olmuş
Dostlar benim için bir oda bulmuş
Üzerim örtmeyi hiç bilmiyorsun
1972-Akçadağ
Okumaktan çok yazıyor; derleme, araştırma, inceleme çalışmaları yapıyor, arada bir de şiir yazıyordum.
Benim Gibi
İnsanlığa kardeşliğe
Âşık var mı benim gibi
Doğadaki güzelliğe
Âşık var mı benim gibi
Yanarım aç yatanlara
Elin boşa atanlara
Güzel işler yapanlara
Âşık var mı benim gibi
Kızarım cahil gezene
Hile hurda iş düzene
Hoş sohbetlinin sözüne
Âşık var mı benim gibi
İnsan o ki arif ola
Dertlilere derman bula
Okuryazar olanlara
Âşık var mı benim gibi
ÖZEROL fazla söyleme
Her sırrını faş eyleme
Hayırlı olan her deme
Aşık var mı benim gibi
8 Eylül 1985-Malatya
1990 yılında MALATYA OLAY Gazetesinin iki sayısında “Ballıkaya Mağaraları” ve “Ballıkaya’da Peribacaları” yazılarım yayınlandı. Bu yazılarımla hem Ballıkaya’yı daha iyi tanıtmayı, hem de çevresel sorunları dile getirmeyi amaçlamıştım. Ballıkaya’nın önemli iki adı ile ilgili yazılarım “Şah Veli” ve “Vayloğ Dede” ise Malatyalı Gönül Sultanları adlı kitapta yer aldı. Abdal Musa ile ilgili “Abdal Musa Kurbanı-I-II”, “Git Abdal Musa” gibi Ballıkaya’dan derlemelerim Musa Seyirci’nin Abdal Musa Sultan adlı kitabında yer aldı. (Der Yayınları, İstanbul 1991) “Çal Emmoğlu Çal”, “Şemsi Belli’nin Şiirlerinde Halk Söyleyişi” yazılarım GAYRET Gazetesinde yayınlandı (1993).1994 yılında yayınlanan Malatyalı Şairler kitabının üçüncü cildinde üç şiirim yer aldı: Ne Olur, Kimsesizin Ölümü, Yerim.
Kimsesizin Ölümü
Hiç kimse tanımaz seni
Bir gün apansız
Şıp diye yığıldığında caddeye
Kaldırım taşları soğuk mu soğuk
Ne cıvıltılı çocuk sesleri
Ne de sıcak bir kadın eli
Kimsesizler mezarlığında
Arayan olmaz seni
Kendi yasını kendin tutarsın
Unutulursun çabucak
Belki de gömüldüğün gün
“NE YAPTIN Kİ İNSANLAR İÇİN?”
6 Aralık 1972-Urfa/5 Haziran 1981-Siverek
Malatyalı Şairler antolojisi hazırlanırken haftalık Malatya Yorum gazetesinde köşe yazıları yazmaya başlamıştım. İNCE DÜŞÜNCELER köşemdeki ilk yazım “Başkalarını Mutlu Edebilme Mutluluğu” başlığını taşıyordu. 7 Kasım 1993 tarihli Malatya yorum gazetesinin 7. sayfasında yer alan yazımı diğer haftalar başka yazılarım izledi. Köşemin adını da bir üniversite öğrencisi önermişti. 1994 Nisanına kadar yazılarım sürdü.
1995 yılında Malatya Yorumda yayınlanan birkaç yazımın dışında YENİ HABER gazetesinde köşe yazarlığı yaptım. “Edebiyat Köşesi” adı altında yazılarımın yanında “Küçük Abidin”, “Kendini Gizleyen Âşık” gibi derleme ve araştırmalarımı da yayınladım.
1995 Ağustosunun son günlerinde önceden kendisine mektup yazdığım Şemsi BELLİ telefonla aradı. Arguvan türküleri üzerine 1989‘dan beri süren çalışmamızda yardımcı olmasını istemiştim. Her türlü yardıma hazır olduğunu, ancak rahatsızlığı nedeniyle beklememizi söyledi. 12 Ekim 1995 günü ölüm haberini aldık. 11 Ekim günü kalp krizinden aramızdan ayrılmıştı. Bunun üzerine hazırladığım “Çalma Artık Emmoğlu” başlıklı yazım bir hafta süre ile HAMLE Gazetesinde yayınlandı.
Hüseyin Şahin’le ortak yazımız “Arguvan Türküleri Üzerine”, Arguvan Olgusu ve Erciyes (Sayı: 235) Dergilerinde yayınlandı.
1989 yılında düzenli bir biçimde çalışarak derlediğim Arguvan türküleri ile ilgili kasetleri yazıya döktüm. 1993’ten itibaren de Kültür Müdürlüğü Halk Kültürü Araştırmacısı Hüseyin Şahin ile bu konuyu birlikte yürütmeye karar verdik. Artık “Arguvan Türküleri-Halkbilimsel Bir Araştırma” tamam sayılır.
1989 yılında bir başka çalışmaya başlamam Aşık Yoksuli üzerine oldu. Yoksuli’nin kasetlerini ve şiirlerini derleyerek, tanıdıklarıyla konuşarak, hakkında yazılanları inceleyerek “Aşık Yoksuli-Yaşamı ve Sanatı” adlı dosyamı geliştirdim. Yaşamı ile ilgili bilgileri eklediğimde tamamlanmış olacak.
1988 yılında “Anıya Benzer” anı-deneme notlarımdan ve öykülerimden seçki yaptım. Bunu, “Televizyonu Nasıl Buldum?” adıyla 1999’da kitap olarak bastırdım. Kitabın arka kapağında yer alan çalışmalarımın adlarını okuyanlardan ne zaman basılacağını soranlar çoğaldı.
Bir Gün Uyandığında (Şiir), Yenilenen Köy Ballıkaya (İnceleme), Arguvan Türküleri (İnceleme-Hüseyin Şahin ile birlikte), Anıya Benzer (Anı-Deneme Notları), Âşık Yoksuli-Yaşamı ve Sanatı (Derleme) hazır çalışmalarımdan bazıları.
Türkiye Sakatlar Derneği Malatya Şubesinin aylık yayın organı UMUDUN SESİ’nin 1997’den beri çıkmasına tüm aşamalarda çabamla ve bazen de yazılarımla katkıda bulunuyorum. ADD Malatya Şubesi yönetim kurulu üyeliğim (Yazman) sırasında ATATÜRKÇÜ DÜŞÜN dergisinde yazılarım yayınlandığı gibi yazı kurulunda da yer aldım. Malatya’da çıkarılan ANADOLU ŞİİR adlı derginin iki sayısında üç yazım yayınlandı.
1998 yılında emekli olduktan sonra 2 Haziran 1998 günü yeniden yayına başlayan Malatya Yorum Gazetesinin yazı işleri müdürlüğünü üstlendim ve halk kültürü, edebiyat ve sanatla ilgili yazılarım “İnce Düşünceler”le halen sürüyor.
MALATYA (2000)
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.