SİVAS’IN NASREDDİN HOCASI

           SİVAS’IN NASREDDİN HOCASI

         Kemal ATAMTÜRK

Toprağı bol olsun, rahmetli Dedem, çok kızdığı zaman, biz haylaz torunlarına, aynı isimle zılgıtı koparırdı.

Ulan Pirzo, gel buraya!

Bunu ilkin, yaramazlık içeren bir haytalık simgesi sanırdım. Bir gün, kendi yaşıtı bir arkadaşıyla şakalaşırken, söze fıkrayla başlamıştı Dedem;

Bir gün Pirzo’yla, bir Molla uzun bir yolculuğa başlamışlar. Daha bir saat geçmeden Molla, “dur hele Pirzo ben namazımı kılacağım” demiş, başlamış namaza. Akşam karanlığı çökmek üzereymiş. Gidecekleri yere daha bir hayli yolları da varmış. Pirzo kıvranmış durmuş, yapacağı bir şey de yokmuş. Beklemiş. Sonunda namaz uzadıkça karanlığa kalacaklarını anlamış, boş vermiş. Mollanın namazı bitince Pirzo sormuş “niye bu kadar uzun sürdü?” Molla, havanın karardığını yeni fark etmiş. “Hiç sonra Pirzo, namazın çoğu, kaza namazıydı”. Pirzo “öyle mi, o zaman bir de ben kılayım” demiş ve başlamış namaza. O’nun kıldığı namaz, Mollanın kıldığından da uzunmuş. Zifiri karanlığın çöktüğünü gören Molla; “Senin namazın amma uzun sürdü ha” diye hayret etmiş. Pirzo “ben gelecek haftanın namazını da bitirdim” deyince Molla,”Yahu hiç geleceğin namazı olur muymuş?” babından sormuş. Bizimki hınzırca “niye olmuyormuş ki? Senin veresiye namazın oluyor da, benim peşinim mi olmuyor?” demiş.

Bu ibretlik darbe-mesel, fıkra karışımı anlatıdan sonra, Pirzo’nun kurnaz biri olduğunu düşünmeye başlamıştım. Şöyle, iyi tarafına denk geldiğinde, bize de anlatırdı Pirzo’yu, Dedem.

Bir gün köyde öküzün kafası -su içerken- küpe girmiş. Küp dedimse hani kocaman bir şey, insan bile içine gerer. Köylü ne yapalım, ne yapalım diyince Pirzo çağrılır. “Öküzün kafası küpün içinde” derler. Pirzo balta ister. Balta gelince, “vurun öküzün kellesini” der. Kelle kesilince, köylü homurdanmaya başlar. Pirzo “şimdi ne istiyorsunuz,” deyince ahali, “kelle yine küpün içinde” derler. O zaman da baltayı alır kocaman küpü bir vuruşta paramparça eder. “İşte şimdi ondanda kurtuldunuz” der. Öküz ölmüş, küp kırılmıştır. Dedem bunu, ‘başkasının aklıyla giden işte böyle şeyler başına gelir’ dersini vermek için anlatırdı.

Küçüklüğümüzün masal kahramanı gibi bir şeydi artık. Dedemin, sanki kendi çocukluk arkadaşı gibi anlattığı o efsanevi kişinin, aslında, çok daha önce yaşadığını nice zaman sonra öğrenmiş bulunuyorum. Hazır cevaplılığı, kıvrak zekâsı, zeytinyağı gibi her daim üste çıkan, hiç yenilmeyen bir dil ustasıdır Pirzo.

Ne kadar çok olayı, ne kadar çok düşmanını, ince dil darbesi ile püskürtmüş bir cenk kahramanı gibidir artık.

***

Sonradan öğreniyorum ki, O, çok daha eski zamanlarda yaşamış bir mizah kahramanı. Gülmecenin henüz teoriyle harman edilmediği, doğal ortamından çıkmış bir başyapıttır. Anlatı edebiyatının kilometre taşı,  mizah dalının Nasrettin Hocası, zekâda heba olmuş, kıymeti pula bile denk gelmemiş şansız birisidir. Kimsesizliğinden midir nedir, tarih sahnesinde yeri, bir satırlık çizik bile değildir. Sadece o yörenin –bir kesimi arasında- sözlü edebiyatı olarak yaşatılmıştır.

***

Kangallı bir arkadaşın anlattığı Pirzo tiplemesi şöyledir; Köye gelen kaymakam muziplik olsun diye, köyün bir ihtiyarına takılır. “Yahu efendi, sizin bu köy kadınlarınız akşama kadar toprağın ve gübrenin içindeler. Akşamları -söylemesi ayıptır- nasıl koynunuza alıyorsunuz, tiksinmiyor musunuz?” şeklinde sorunca, ihtiyar afallar. Pirzo hiç zaman kaybetmeden devreye girer. Kaymakam’ın ipekler, tüller içindeki güzel eşine şöyle bir bakar. “Vallaha kaymakam efendi, tiksinmesine tiksiniyoruz ama ona da bir çare bulduk. Aha bu senin karın gibi kadınları hayal edip, vazifemizi aksatmadan, daha bir içten yapıyoruz.”Kaymakam kendi açtığı çukura düşmüştür.

***

Yörede bilinen birçok ismi vardır. Araştırmacı yazar Süleyman Özerol, Pirzöğ  bir kaynağa göre Mezire’den geldiğine rastlar. Başka yerde ise Hekimhan’ın Çanakpınar Köyünden geldiğidir. Bu köyden Halifegil ailesine mensuptur. Karanlık Köyünden edindiği bir bilgi şöyledir;  Babası Mehdali, Hekimhan’ın Çobanyusuf Köyündendir. Oradan önce Kangal’a, oradan da Kayseri Sarız’a, sonra tekrar gelip Karanlık Köyüne yerleşmiştir.

Yani bütün kaynaklar Kangal İlçemizin Karanlık Köyünü işaret eder. Ancak tarih konusunda bir hayli sıkıntı vardır. Önceki kanaatim farklıydı. Çünkü Kangallılara sorduğumda, 1920’lerde öldüğü rivayet edilmişti. “Pirzöğ”un, “Pirzade”den geldiği, ancak asıl adının Mehmet olduğunu da yakın zamanda öğrendim.

Bilindiği bir yönü, Karanlık Köyü’nde yaşamışlığından öte, ömrünün neredeyse tamamı, kangal ağalarının hizmetkârlığını yaptığı, onların her tuzağını ince nükteleriyle bozduğudur.

Süleyman Özerol, tarih ayrıntısını çok eskilere götürür. Sadece abasının izine rastlar. 1560 yılına ait Osmanlı arşivinden bir vergi makbuzu tarih bilgimizi altüst eder niteliğindedir. Çobanyusuf Köyünün vergi kaydının on yedinci sırasındaki “Pirveli” ismi aynı kişiye ait ise beş yüz yıla ait bir tarih ortaya çıkar. Demek ki, büyüklerimizin anlattığı gibi çocukluk arkadaşı değildir…

***

Anadolu Halk Edebiyatında önemli yeri olan hiciv, nükte ustaları sadece kentlerde değil, eğitimi az okuma yazması dahi olmayan köylerde da bulunmaktadır.

Pirzo, çok yoksul ama gönlü zengin, yaşamı ve insanı seven, sözünü esirgemeyen, hazır cevap birisidir. O, Alevi inancına bağlı Ali sevgisi her zaman ön planda bir kişiliktir.

***

Ruhi Su, Karacaoğlan albümünde anlattığı ünlü eşekli ders verme nüktesi, Pirza’da da vardır. Kangal ağaları, Pirzo’nun nükteci kişiliğini bildikleri için, O’nu çağırıp sürekli takılırlar.

İşte onlardan birisi; Pirzo’nun eşeği;  iriyarı bir eşeği vardır. Çift zamanı gençler, eşeğe tohumluk buğday yükleyip –emaneten- tarlaya götürürler. Sıpa evde kalmıştır. Evde rahat durmayınca, Pirzo sıpanın boynuna yular geçirip, tarlaya götürmek ister. Yolda Kangal ilçe amirleriyle karşılaşır. Mal Müdürü ikaz etse de Kaymakam, Pirzo’nun nükteci kişiliğini bilmeden kendisine takılır. Sıpayı göstererek “Ooo köylü kardeş gözün aydın! Yine bir oğlun olmuş, Allah bağışlasın, analı babalı büyütsün!” Pirzo onların kıyafetlerinden neci olduklarını –az çok- anlar ama saflığa vurarak belli etmez. “He beyim yine bir oğlumuz oldu!” Kaymakam “Peki nereye götürüyorsun?” Pirzo “Vallahi beyim, okula yazdırayım diyorum. Okusun, bir kaymakam falan çıksın istiyorum. Haaa, eşekliğe devam ederde okumasa bile, hiç değilse bir mal müdürü falan çıksın istiyorum” der ve tarlaya gider. Mal müdürü, kaymakama ikaz gerekçesini hayıflanarak söyler. “Buna takılmayın dedim size kaymakamım, bu o meşhur Pirzo’ydu.” Deyince kaymakam pişman olur.

Komşu köye kentten yöneticiler gelmiştir. Pirzo’nun adını da duymuşlardır. Karanlık köyüne haber salıp, Pirzo’yu çağırırlar. Pirzo daveti geri çevirmez. İçki sofrasına davet edilmiştir hemde. Pirzo güzelce ağırlanır. Bir süre geçince tıka basa doyduğunu gören konuklardan birisi Pirzo’ya bir lokma uzatır ve” bu, Ebubekir için” der. Peşinden bir başkası “Bu, Ömer için” Ötekisi “bu, Osman için” deyip çatlatırcasına yediriyorlar. Hiç bozuntuya vermez bizimkisi. Sonunda bir lokma daha uzatılır;”Bu da Ali için” denir. Pirzo bu son lokmayı yerken, zaaart diye yellenir. Herkes şaşkınlık içindedir. Ev sahibi bozularak “Ulan pis herif, ne yaptın, beni rezil ettin misafirlere karşı!” Bizimki gevrek gevrek “Ağam, vallah benim suçum yok. Ebubekir, Ömer ve Osman, Ali’nin geldiğini görünce arka kapıdan kaçtılar.”                ***

İslam’ın şartı: (Bu kısa anlatı hemen herkesin dilindedir, şu an bile.)

Mevsim kıştır, Ağalar Pırzo’yu bir yere göndermek isterler. Sordukları soruyu bilirse gitmekten kurtulacaktır. Bir tuzak hazırlamışlardır. “İslam’ın Şartı kaç” diye sorarlar. Pirzo düşünmeden “altı“ der. “Beş olan şey nasıl altı olur?”  Pirzo ”İslam’ın altıncı şartı kış günü yola çıkmamaktır” der.

Ağa sorar “eski ağalarla yeniler arasında ne fark var” Pirzo cevap verir “eski ağalar samur kürk giyerler, küheylana binerlerdi. Şimdiki ağalar, setre pantol giyip, katıra binerler. Üstündeki fırıldak, altındaki kırma, nesi doğru?”

Yine en çok bilinen gülmecesi şudur. Pirzo kangal ağalarının bulunduğu odaya girer. Ağalar hep bir ağızdan “hoo hooo ayı geldi ayııı” derler. Pirzo bozulsa da belli etmez. “Yok, canım der, o kadar da korkmayın, bu kadar ite, bir ayı ne yapabilir ki?”

Pirzo bir gün ahırı temizler. Gübreyi de bir omuz sepetine koyar. Tam sırtlayacağı anda arkasında bulunanlar eliyle ağırlık yaparlar. Kaldıramaz. “Ali’ni çağır belki yardım eder” derler. Pirzo “Ya Ali “ çeker, kaldıramaz. Madrabazlık yapıldığını anlayınca, fazla güç de harcamaz. “O zaman Ömer’i, Osman’ı Ebubekir’ bir dene bakalım” derler. Dediklerini yapar, bir seferde kaldırır gübreyi. Arkasındaki uyanıklar “Bak gördün mü, Ali’den medet olmaz, ne varsa Ebubekir, Ömer ve Osman’dadır” derler. Pirzo; “Zaten Ali böyle boktan işlere girmez. ”

Yerde ölü yatan tavşanı Pirzo’ya gösterir Sünni komşusu; “bu tavşan sizden mi bizden mi?” Pirzo lafı uzatmaz bile “Vallaha komşu, kuyruğuyla kulaklarına bakacak olursak sizden, bıyıklara bakacak olursak bizden” der.

***

Kuvayı Milliye Destanında ismi sıralananlar arasında yoktur O. Nazım Usta’nın orada tarif ettiği Türk Köylüsünün birebir örneğidir Pirzo. Bir kez daha anımsayalım o bölümü; Türk Köylüsü, topraktan öğrenip kitapsız bilendir Hoca Nasreddin gibi ağlayan, Bayburtlu Zihni gibi gülendir, Ferhad’dır, Kerem’dir ve Keloğlandır. (…) Felek eder ona oyunu, çarşambayı sel alır, bir yar sever el alır.(…) Çöllerde kalır, ölmeden mezara koyarlar onu, O, Yunus’u biçaredir, baştan ayağa yâredir.

Anlatı edebiyatının yaygın olduğu zamanda türemiş bir halk kahramanı mı, yoksa gerçekten yaşamış birisi mi, bunu tam kestiremiyorum ben. Çağının Nasreddin Hocası konumundaki bu kişiden, o yöredeki Sünniler neredeyse bi-haberdir. Sadece ama sadece Alevi kesimin efsanesidir.

Tarihler de karışıktır. Karanlık köyünün kuruluşu olduğu söylenen (bundan iki yüz yıl öncesinde) böyle bir kişinin aslında kayıtlarda bulunmadığı görülmektedir. Süleyman Özerol’un bulduğu (başka köyün kaydında) Osmanlı vergi makbuzundaki 1560 tarihi ise Karanlık Köyünün kuruluş tarihiyle örtüşmemektedir.

Fıkraların tümünün konusu –neredeyse- ortaktır; Alevi – Sünni çekişmesi. Anlaşılan odur ki, Sivas tarihi, bu mezhep çekişmesini uzun yıllar öncesini milat edinmiştir. Pirzo’nun varlığı veya yokluğu önemli değildir benim için. Ancak kesin bir şey vardır ki; o da Alevi ezilmişliğinin Pirzo’nun her zaman galibiyetinde dillendiğidir.

 Açıklama

Kategori: Köşe Yazıları
Eklenme Tarihi: 22 Aralık 2010
Geçerli Tarih: 13 Mart 2011, 13:39
Site: Sivas Arkadaş Radyo – Sivas Haberleri
URL: http://www.radyoarkadas.net/haber/yazar.asp?yaziID=166

SEVDA KİME YAZILIR Kİ?

SEVDA KİME YAZILIR Kİ?


Süleyman ÖZEROL

9 Ocak 2011 Pazar; Pakize Altan’ı dergi ve televizyon programı konusunda görüşmek için aradım. İktisatçılar Lokaline şiir dinletisine geleceğini söyledi. Oraya gittiğimde daha gelmemişti, şiir dinletisinin yapıldığı yere geçip arkada bir yere oturdum. Kendilerine katılmamı istediler ve de katıldım. İlk bölümde benden de şiir okumam istendi. Daha çok düzyazı yazmaya ağırlık verdiğimi, gençlik dönemlerimde kısa şiirler yazdığımı, Urfa’da matbaacının şiirlere bahane bulduğunu; ikinci bölümde sanatçıların yaşamöykülerini derleme çalışmalarımdan ve Sami Kasap’ın yaşamöyküsünün olmadığından söz ettim.
Program sona erdiğinde, dinleti başlamadan önce tanışıp söyleştiğimiz Orhan Vergili elindeki kitabını bana armağan etmek istediğini söyledi ve imzaladı.

Orhan Vergili’den
Süleyman Özerol dosta sevgiyle…

09.01. 2011

“Ben Sevdamı Sana Yazdım”, hem ölçülü hem serbest şiirlerin yer aldığı bir kitap. 2008 yılında Ankara’da Alternatif Sanat Yayınlarınca basılmış. Alternatif Sanat Dergisi Yayın Yönetmeni ve ASM Başkanı Bayram Kaya “Sunuş” yazısında şunları dile getirmiş.

Bayram Kaya’nın “Sunuş” Yazısı

Orhan Vergili, sevgiyi yoğun hissedip yazıyor.
Zarif ve titiz bir tavrı var.
Orhan Vergili’nin kalemi güzelliklerin gözlerine bakıp, duygu damlıyor.
İnceliğini, nüktelerini, dizelerin arasına ‘dost selamı’nın sıcaklığıyla serpiştiriyor.
Hece şiirlerin yanı sıra, kural kısıtlamasına şair yüreği her zaman izin vermiyor. İnsanların gönül evine armağan edilen serbest satırları yaşamı saygıyla içtenlikle kucaklıyor.
‘Gökkubbede Hoş bir Seda’ bırakmanın bilinciyle kendini her genç satırıyla yenilemeye, içli anlatımıyla kalıcılığın su temizliğine doğru akıyor.

Bu sunuşun hemen ardından Orhan Vergili’yi kendi kaleminden okuyalım.

Orhan Vergili

1958, Ankara Altındağ ilçesi doğumlu olup aslen; Tekirdağ Çorlu ilçe nüfusuna kayıtlıyım.
1978 yılında şiire ilgi duydum.
Kendi duygu ve düşüncelerimi aktarmak için yirmili yaşlarda yazmaya çalıştım.
1984 yılında Emniyet Hizmetleri sınıfında polis memuru olarak göreve başladım.
2005 yılında kendi isteğimle ekmeli oldum.
Evliyim. Bir kız, bir erkek evlat babasıyım.
Ankara’da yaşamaktayım.
Şiir sevdam 2006 yılında yeniden alevlendi.
Gönül bendime takılan duygularımı, “Ben Sevdamı Sana Yazdım” isimli ilk şiir kitabımda topladım.
Değerli okurlarla şiirlerimi paylaşmaktan onur duyar, tüm sanatseverlere en içten sevgi ve saygılarımı sunarım.

“Ben Sevdamı Sana Yazdım”

Orhan Vergili’nin şiirleri hakkında Bayram kaya her ne kadar bir sunuş yazsa da, ben de birkaç satır eklemek istedim.
Sevdanın kime yazılacağı konusunda fikir veren ve kitaba ad olan şiiri okuyalım önce.

Ben sevdamı suya yazdım,
Hep tertemiz kalsın diye.

Ben sevdamı tuza yazdım,
Biraz tadı olsun diye.

Ben sevdamı buza yazdım,
Ateşte erisin diye.

Ben sevdamı küle yazdım,
Rüzgârlarda uçsun diye.

Ben sevdamı güle yazdım,
Bülbül aşkı görsün diye.

Ben sevdamı dağa yazdım,
Zirvelerde dursun diye.

Ben sevdamı sana yazdım,
Okur da seversin diye…

Söyleşimizde de değindiğimiz gibi kısa şiirlerinde Orhan Veli’yi anımsıyoruz. Ama biraz da Ümit Yaşar Oğuzcan…

Ne gül dikeninden etti şikâyet,
Ne de diken gülden,
Gül gibi geçinip gittiler,
Dallarında birlikteyken.

*
Haydi insanlar
Hep birlikte omuz verin de
Acıları gömelim
Dipsiz bir kuyunun derinliklerine…

*
Bir yolcusun hayat yolunda
Yürü, gidebildiğin kadar
Düşeceğin yer ki, sonunda;
Boyun kadar çukur bir mezar!

*
Bombalar patlıyor, insanlar ölüyor,
Her şey net ve belirgin,
Gökte uçan kuş,
Suda yüzen balık tedirgin

Öyle bir rahat ki; pişman oldu tabiat
Gökte parlayan yıldız,
Yerde kara toprak tedirgin

Ölçülü şiirlerinden de bunlara benzer örnekleri seçtim. Çünkü Orhan Vergili, özellikle bazı dörtlüklere ya da dizelere yüklemiş şiirlerinde söylemek istediklerini.

Taşınır eller üstünde gider naaşım
Bir anlık yatağımdı musalla taşım
Cami avlusunda kılınırken namazım
İşte orda herkesle helalleşiriz bir gün

*
Kırar kalemini okur da hâkim
Ölüm fermanımı verir nitekim
Çıkar da karşıma silahla beklim
Çeker tetiğini basar da gider

*
Ömrümün geçtiği yerde
Canımı sunam hediye
Ebedi zaman içinde
Bil ki yine azdır anne

Erenlere, şairlere, şehitlere, doğaya… Hemen her şeye dair şiirleri var Vergili’nin. Benim yaptığım onlardan bazılarını sunmak oldu. Çünkü şiir Orhan Vergili’nin yaşamında her zaman var ve var olacak da…

SANATÇI, SANAT, KÜLTÜR…

Süleyman ÖZEROL

Sanatçı varsa, sanat vardır. Sanat varsa, kültür yaşıyor ve geleceğe uzanıyor demektir. Ressam Balaban’ın deyimi ile “Sanat, yaşantının izdüşümüdür.” Mademki sanat yaşantının izdüşümüdür, öyleyse kültürün taşıyıcısıdır.

Âşık Muhlis Akarsu, bir şiirinde şöyle diyordu:

“Azrail yok imiş öldükten sonra”

Evet, öldükten sonra bir insanın kaşının kara, gözünün ela oluşunun dile getirilmesi çok da önemli değil. Sanatçı yaşıyorken olumlu ve olumsuz eleştirileri almalı, eleştirilerden sakınmamalı, buna göre kendine yön vermeli ve sanatını daha da güzel bir biçimde yerine getirmelidir. İnsanlara yaşıyorlarken değer verilmeli…
Sanatçının önemini ve değerini bilen biri olarak bu sitede öncelikle, 2001 yılından buyana yılın yarısından çoğunu geçirdiğim Ankara’da tanıştığım sanatçıları tanıtacağım. Hele de sanatçıları aramızdan ayrılmadan tanıtmanın ayrı bir önemi olduğunu da belirtmek istiyorum.
Oğlum Yazar’ın bağlama çalması ve bunu geliştirmek istemesi nedeniyle Malatya’dan Ankara’ya gelen arkadaşım Mehmet Uğur’un önerisi ile Zeynel Sönmez Müzik Evinde Zeynel Sönmez ile tanıştım. Zeynel Sönmez Coşkun Güla, İhsan Öztürk, İsmail Görer, Murtaza Çağır gibi bağlama ve halk müziği ile ilgilenen kişilerden söz etti. Dolayısıyla bu sanatçıların büyük bölümü ile tanıştım, onların tanıdıkları da derken Malatya’da başladığım sanatçı yaşamöykülerini derleme çalışmalarımı burada da sürdürdüm.
İlk yaşamöyküsünü derlediğim sanatçı olarak Murtaza Çağır’ı örnek verebilirim. Yaşam öyküsü, İhsan Öztürk’ün sitesinde yer aldı. Daha sonra İsmail Görer, Mehmet Ali Alpay, Hasan Basri Kılıç, Kanber Çeliker, Halis Dönmez ve onlarca Ankara’da tanıdığım sanatçının yaşam öyküsünü düzenledim. Ankara’da derlediğim yaşam öyküleri ve özellikle Malatya kültürü ile ilgili yazılarımı Ankara’da Metropol, Malatya’da Yazı İşleri Müdürlüğünü sürdürdüğüm Malatya yorum gazetesi ile Arguvan Yolu dergisinde, Malatya Haber sitesinde ve kişisel sitelerimde yayınladım. Halen Ankara’da derleme ve araştırma çalışmalarımı sürdürmekte ve Türkiyem TV’de “Süleyman Özerol İle Ankara Sohbetleri” programını hazırlayarak sunmaktayım. Bu programda sanatçılarla söyleşiler yapmaktayım. Bakarsınız, “Ankara’da Tanıdığım Sanatçılar” adıyla bir kitap olarak da yayınlayabilirim. Ancak şimdilik çalışmalarımı sürdürmeyi yeğliyorum.
Sanatçılarımıza kültürümüzü gelecek kuşaklara aktarmada aracı oldukları için teşekkür ediyor, onları tanıtma çabamın olanaklarım elverdiği sürece süreceğini de belirtmek istiyorum.

Saygılarımla…

29 Ocak 2011, Ankara